VASİLİS'İN FIRINI
Yıllar yıllar önce Datça’da sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyanan tek şey güneş değildi.
Kasabanın kalbinde, eski taş fırının içinde asırlık bir sıcaklıkla pişen ekmeklerin kokusu, gündoğumuyla birlikte tüm çevreye yayılan ve usulca büyüyen bir şarkı gibiydi.
Bu koku, fırının önünden geçenleri durup hayata bir anlık saygıyla bakmaya davet ederdi.
Bu fırının ardında, her sabah erkenden işe koyulan bir adam vardı, Vasilis.
Vasilis, babasından miras kalan bu fırını genç yaşından beri işletir, gece uykusunu ekmeğe yatırarak, köyün sofralarına sıcaklığıyla, tadıyla, dostluğuyla varırdı.
Topraktan gelen buğday, önce Kızlan'da yel değirmeninde öğütülür, sonra Vasilis’in ellerinde suyla birleşerek ekmeğe dönüşürken, o her bir lokmanın kutsal bir bağ olduğunu bilirdi. Toprağı, insanları ve geçmişi birleştiren görünmez bir bağ.
Ama bir gün kasabanın üstüne soğuk bir gölge düştü.
Mübadelenin acı haberi, herkesin yüreğine bir sancı gibi saplanmıştı. Bu topraklarda asırlardır yaşayan Rum halkı, artık başka diyarlara gitmek zorundaydı. Vasilis de gitmek zorundaydı. Datça’daki fırını, dostları, her sabah ekmeğine uzanan yüzler, gülümsemeler, hepsiyle vedalaşmak zorundaydı. Vasilis’in elinde kalan tek şey, o eski taş fırının ardında mayalanmış bir avuç maya ve babasından duyduğu bir öğüttü.
“Toprağından ayrı kalırsan, yanında bir parça maya taşı; o maya, gittiğin her yerde seni vatanına bağlar.”
Vasilis, ayrılmadan önce fırının karanlık köşesinde tek başına durdu. Ellerini fırının taş duvarlarına yaslayarak, son bir kez dokundu. Taşların o soğuk yüzeyinde geçmişin sıcaklığını hissetmeye çalıştı. Bir kavanoza, yıllardır fırının içindeki mayadan bir parça alarak onu sakladı. Veda etmeden önce fırının içine usulca fısıldadı.
“Bu maya burada kalacak. Bir gün dönersem, bu toprağın kokusunu, ekmeğin o eski tadını bulmak için…”
Vasilis, gözlerinde yaslı bir özlem, kalbinde ise taşlaşmış bir boşlukla kasabayı terk etti. Fırının sıcaklığından ve mayanın ruhundan mahrum bir diyara, yabancı bir toprak parçasına götürdü ailesini. Girit'te yeni bir fırın açtı ama ne yapsa eski tadı bulamadı. Orada yaptığı ekmekler, mayanın o tanıdık ruhundan yoksundu. Ve bu ekmeklerde Datça’nın buğdayı, Datça’nın güneşi, Vasilis’in çocukluğunun kokusu yoktu.
Ve bir daha Datça'ya dönemedi.
Yıllar sonra, Vasilis’in kendisiyle aynı adı taşıyan torunu Vasilis, dedesinin öyküsünü dinleyerek büyüyen bir genç adam, aile yadigârı kavanozu ve Datça’ya dair dedesinden duyduğu tüm hatıraları sırtına alarak bu kasabaya, dedesinin fırınını ve sakladığı mayayı bulmak için geri döndü.
Ama ne fırın vardı yerinde, ne maya.
Zaman alıp götürmüştü her şeyi.
Dedesinin yıllarca anlattığı yerde şimdi betonarme bir bina dikiliydi.
Fırıncı Vasilis'in anıları ve mayası belki de bir traktörün arkasında hafriyat olarak atılmıştı bir yerlere.
Belki de o fırının taşları kullanılmıştı yeni yapılan evlerde.
Torun Vasilis hayal kırıklığıyla döndü Girit'e.
Uzun zaman önce, muhabirlik dönemimde yıllarca Beşiktaş ve milli takımımızın formasını giyen futbolcu Niko (Kovi) ile bir milli maç için gittiğim Atina'da buluşmuştum.
Sürekli Türkiye'yi sorup, durmuştu.
En çok neyi özlüyorsun diye sorduğumda "Kınalıada'nın sokaklarındaki ramazan pidesinin kokusunu" demişti.
Nico Kıbrıs Harekatından bir süre sonra Türkiye'den ayrılmak zorunda kalmış ve bir dönem OFİ Girit takımında oynamıştı.
Tekrar tekrar demişti ki, "Ben Yunanistan'da her sabah ekmek ve ramazan pidesinin kokusunun özlemiyle uyanıyorum."
Belki de Datça’nın sabahları da hala aynı ekmek kokusunun özlemiyle uyanıyor.
Vasilis’in bıraktığı maya, toprağa gömülü bir anı gibi, belki bir gün yeniden hayat bulacağı anı bekleyerek, bir yerlerde saklanmaya devam ediyor.
Görsel: Yapay zeka
S.kaya Facebook