304 NUMARALI ODA
Bir zamanlar, şimdilerde yıkılmış bir sağlık tesisi olan St.Vincent Hastanesi'nin boş zeminine kar sürekli olarak yağmış ve her yeri kaplamıştı. O sıralar, hastanede uzun süreli yatan hastalar için ayrılan odalardan sadece bir tanesinde hasta vardı:
304 numaralı oda;
40'lı yaşlarının sonlarında, onu yıllarca yatalak bırakan kronik bir hastalıkla savaşan bir adam olan Peter'ı barındırıyordu. İzolasyon ona artık çok ağır geliyordu. Çünkü ziyaretçiler çok nadirdi ve hastane çalışanları, sadece hayati organlarını kontrol etmek veya yemeklerini teslim etmek için yanına uğruyorlardı.
Dondurucu derecede soğuk bir akşam, Peter buzlu pencereden dışarı bakarken, sıradışı bir şey fark etti. Pervazda küçük, pasaklı bir kedi oturmuş, kehribar renkli gözleri ile merakla içeri doğru bakıyordu. Hastanenin tenha konumu ve evcil hayvanlara karşı olan katı kuralları göz önüne alındığında bu, oldukça garip bir manzaraydı.
Peter cama nazikçe vurdu. "Orada ne yapıyorsun, küçüğüm? Donacaksın... "
Kedi yumuşak bir şekilde miyavladı, nefesi soğuk cama karşı minik bulutlar oluşturdu. Kedinin bakışlarındaki bir şey, garip bir şekilde Peter'ın yüreğine işlemişti... Sanki kedi O'nun yalnızlığını anlamış gibiydi.
Ertesi sabah Peter, kediyi hala orada bulduğunda şaşırdı. Kedi, kendisini sert rüzgardan korumak için bir top gibi, sıkıca kıvrılmış bir haldeydi. Hemşireyi çağırdı,
ama o geldiğinde kedi ortadan kaybolmuştu...
Sonraki günlerde kedi düzenli olarak, hep aynı saatlerde Peter'in penceresinde görünmeye başladı. Vahşi ve evcilleşmemiş görünüşüne rağmen bu hayvanda onu rahatlatan, sakin ve dingin bir şeyler vardı. Peter onun adını "Whiskers" koymaya karar verdi. "
Bir gün, Whiskers ortaya çıktığında, Peter gücünü topladı ve pencereyi hafifçe açtı.
Buzlu havanın içine girmesine izin verdi. Sandviçinden küçük bir parça attı. Kedi onu yemeden önce dikkatli bir şekilde kokladı, sonra Peter'a minnet duygusu ile baktı.
Her gün tekrarlamaya başlayan bu rutin, Peter için adeta bir cankurtaran halatı haline geldi. Her gün, Whiskers'ın ziyaretlerini dört gözle bekliyordu, sessiz arkadaşlıklarında teselli buluyordu. Hemşireler ondaki değişimi fark ettiler.
Peter adeta, tekrar yaşama bağlanmıştı... Gözlerinde, daha önce hiç görmedikleri bir parıltı ve yaşama sevinci vardı artık.
Bir gün çok fırtınalı bir gecenin ardından, Whiskers ilk defa gelmedi... Peter'ın kalbi sızladı. Uyanık halde uzanmış, boş pencereye doğru bakıyor ve zihni endişeyle dolu bir halde düşünüyordu. Ya kediye bir şey olduysa?
Sabah olduğunda Peter kararlıydı. Tüm gücünü toplayarak hemşireyi çağırdı ve soğuğa rağmen onu avluya çıkarması için ikna etti. Hastane arazisini aradılar, seslenip Whiskers'ı çağırdılar.
Onu, eski bakım kulübesinin yanında buldular... Whiskers sırılsıklam bir haldeydi. Titriyor ve zar zor nefes alıyordu. Peter tereddüt etmeden kediyi battaniyesine sardı ve hemşireye Whiskers'ı içeri getirmesi için yalvardı.
Odasına geri döndü. Peter kalan azıcık gücünü kediye bakmak için kullandı. Yemeğini onunla paylaştı, vücudunu havlularla ısıttı ve ona cesaretlendirici sözler fısıldadı. Sonraki birkaç gün içinde, Whiskers yavaş yavaş iyileşirken, Peter derin bir şeyin farkına vardı:
Kediyi kurtarmak; onun içinde 'bir amacı' canlandırmıştı.
Hastane yönetimi sonunda Whiskers'ı keşfetti ancak Peter'ın dönüşümünden etkilendiler.
Bu sebeple kedinin kalmasına izin vererek bir istisna yaptılar. Whiskers, direnç ve arkadaşlık sembolü olarak '304 numaralı oda' nın daimi sakini oldu.
Peter'in hastalığı, tam olarak tedavisi olmayan, kronik bir sağlık sorunuydu ama haftalar aylara dönüştükçe, Peter'ın durumu inanılmaz bir şekilde iyileşti. Fakat bu durum, yapılan herhangi bir tıbbi buluş sayesinde olmamış;
O'na, en karanlık zamanlarda bile; sevginin 'hayatı yaşamaya değer kılan, en güzel şey olduğunu' hatırlatan bir sokak kedisi ile kurduğu bağ sayesinde olmuştu...
Aslında Whiskers da, tıpkı Peter'ın onu kurtardığı gibi, Peter'ı kurtarmıştı...
O günden sonra, hiçbir zaman ayrılmadılar.
Çünkü onlar, birbirlerini; sıradışı bir yerde
ve hiç beklenmedik bir zamanda bulmuş
-ve artık-
'iki kişilik' bir aile olmuşlardı. 🙏🙏💖💖 Alıntı