Çocukluğumun engüzel hayaliydi nekadar çok severdim bu harika kadinin sisi filmlerini ..
Harika bir karizmaya ve trajik bir hayata sahip, inanılmaz derecede güzel bir kadın...
■ Romy Schneider'in hüzünlü hikayesi
■ Avrupa sinemasının en güçlü oyuncularından Romy Schneider'in başarı ve hüzün dolu hikayesi…
Romy Schneider 23 Eylül 1938'de Viyana'da doğdu, 29 Mayıs 1982'de Paris yakınlarında öldü. Avrupa sinemasının en güçlü oyuncularındandır.
“Hani büyülü bir ışık saçan çocuklar vardır,” diyordu Das Verhör / Sorgu filminde Romy Schneider. Kendisi de öyle bir çocuktu. Romy Schneider’in, daha doğrusu Rosemarie Magdalena Albach – Schneider’in doğup büyüdüğü yer. Bavyera’nın, mavi gökyüzü ve yeşil dağları arasında, kırmızı damlı, pembe panjurlu Mariengrund çiftliğinde, savaşa ve anne babasının boşanmasına rağmen Rosemarie, ancak çocuk kitaplarına yaraşır bir çocukluk yaşıyor. Küçük kız, sadece anne babası, ünlü oyuncular Magda Schneider ve Wolf Albach-Retty’nin değil, herkesin gözbebeği. Henüz 15’indeyken ilk defa tanışıyor setlerle. Ana-kız, Rosemaire’nin ilk filminde birlikte rol alıyorlar ama küçük kızın annesinin eteklerinden kopması uzun sürmüyor. İkinci filmini çevirdikten sonra Romy adını alıyor.
Romy’nin yönetmen Ernst Marischka ile karşılaşması hayatının dönüm noktalarından biri. 2. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmış ve savaşın etkilerinin hâlâ fazlasıyla hissedildiği Almanya’nın acilen yeni kahramanlara ihtiyaç duyduğu bir dönem. Almanya’nın umut vaat eden genç oyuncuları arasına girmeyi başarmış olsa da o sıralar kimse Romy'nin önce Almanya, sonra bütün Avrupa’yı fethedeceğini tahmin bile edemiyor. Marischka, “Avrupa’nın bütün genç kızlarının rüyalarını sen süsleyeceksin,” diyerek Romy’ye Sissi’de başrol veriyor. Ve Sissi efsanesi doğuyor. Peş peşe üç film çekiliyor. Sissi (1955), Sissi, die junge Kaiserin / Genç İmparatoriçe Sissi (1956) ve Sissi – Schicksalsjahre einer Kaiserin / Sissi – Bir İmparatoriçenin Kader Yılları (1957). Romy Schneider’e dünya çapında ün kazandıran Sissi imajı, daha üçüncü filmin çekimleri tamamlanmadan Romy için bir prangaya dönüşüyor.
Bir arkadaşına “Koca bir milletin bekâretini kaybetmeni beklemesini nasıl bir duygu olduğunu biliyor musun? Sissi’den kurtulmalıyım,” diye yazıyor. (Oysa Romy Schneider, hiçbir zaman Sissi’den kurtulamayacak, yıllarca birlikte Sissi’yle özdeşleştirilmekten duyduğu rahatsızlık daha da artacaktır. Hatta 1971 yılında Paris’te bir otelde karşılaştığı yapımcı Luggi Waldleitner’in Sissi’ye olan hayranlığını dile getirmesi, Schneider’ı çileden çıkaracak ve herkesin ortasında Waldleitner’e bağırıp çağırıp küfretmesine neden olacaktır.) Tam bu sırada, büyük aşkım dediği adamla karşılaşıyor: Alain Delon. O zamanlar kimsenin adını sanını bilmediği Delon ve ünlü Schneider, Christine’in çekimlerinde âşık oluyorlar ve Romy, Delon’un peşinden Fransa’ya gidiyor.
Alman basını, İmparatoriçeleri’ni ihanetle suçluyor. Oysa Fransa’ya gidişiyle birlikte yepyeni bir sayfa açılıyor Romy’nin hayatında. Romy’nin anne babası da kızlarının ‘Fransız Kazanovası’nın’ peşinden gitmesinden rahatsızlar. Özellikle de annesi “Bu kadar yakışıklı bir adama asla tek başına sahip olamazsın,” diye uyarıyor kızını. Masum Sissi imajını nispeten kurtarmak için de nişanlanmasında diretiyor. Tutkulu, inişli çıkışlı bir aşk yaşıyor ikili. Bu arada Romy çocuk Sissi olmaktan çıkarak, ünlü yönetmen Lucino Visconti’nin himayesinde, ciddi, dünya çapında bir oyuncuya dönüşüyor. Alain de kariyeri üzerinde çalışıyor.
Fransızların yüzyılın aşkı dedikleri, sadece beş yıl sürüyor. 1963 yılının son günlerinde bir demet çiçek ve kısa bir not buluyor Alain’den: “Nathalie’yle Meksika’ya gidiyorum. Hoşçakal. Alain“.
Dünyası yıkılan Romy çaresiz annesinin yanına Berlin’e dönüyor. İki yıl sonra kendinden 14 yaş büyük yönetmen Harry Meyen’le dünya evine giriyor; oğulları David dünyaya geliyor. Her şey yoluna girmiş, Romy mutluluğu yakalamış görünse de, Meyen’in aşırı koruyucu ve bazen aşağılayıcı tavrından, sadece anne ve eş olmaktan sıkılıyor, daha da önemlisi unutulup gitmekten ölesiye korkuyor. Derken Alain Delon yeniden sahneye çıkıyor! Delon’un tek bir telefonu, Romy’nin her şeyi bırakıp yeniden oyunculuğa dönmesine yetiyor. Birlikte, gişe rekorları kıran La Piscine / Sen Benimsin’i (1968) çekiyorlar. Romy, yılların acısını çıkarırcasına, Claude Sautet, Orson Welles gibi ünlü yönetmenler, Yves Montand ve Marcello Mastroianni gibi dev oyuncularla dur durak demeksizin çalışıyor. “Benim için iyi olmadığını bilsem de hep en uca kadar gitmek isterim. Meslek yaşamımda olduğu gibi özel hayatımda da sınırları zorlamayı severim,” diyen Romy ayakta alkışlanırken, Berlin’de karısını bekleyen Meyen’in kariyeri ve bununla birlikte evlilikleri de çatırdıyor. Schneider-Meyen çifti 1975 yılında boşanıyor. Aynı yıl ünlü oyuncu, kendinden 10 yaş küçük sekreteri Daniel Biasini ile şansını deniyor. Ama Daniel’in gözü sadece başka kadınlar ve Romy’nin parasında. Bu evlilikten Sarah doğuyor. “Biraz Elizabeth Taylor gibiyim; o da âşık olduğu adamlarla hemen evlenip çocuk yapmak istiyor,” diyor bir röportajında. Kötü talih Romy’nin peşini bırakmıyor, boşanmalarından dört yıl sonra eski kocası Meyen, kendini asıyor. İntiharından Romy kendini sorumlu tutuyor.
Ve Romy ikinci evliliğini bitirmeye karar veriyor, ancak bu sefer de oğlu David sorun çıkartıyor. Boşanma süreci Schneider için sabır denemesine dönüşüyor. Çığ gibi büyüyen borçları da cabası. Bu zor dönemde en büyük desteği sevgilisi Laurent Petin. Onun tavsiyesiyle, bir psikiyatri kliniğinde tedavi görüyor.
Ama hayat, ünlü oyuncuya en büyük darbeyi henüz vurmamıştı. 1981 yılının 6 Haziran günü Magda Schneider, kızının “Anne, çocuğum, çocuğum öldü!” çığlığıyla uyanıyor. Korkunç bir kaza olmuştur. 14 yaşındaki David, bahçe çitlerinin üzerinden tırmanmaya çalışırken, ayağı kaymış ve sivri demirlerden biri gövdesini delmiştir! Oğlunun hastanede öldüğü anda, Romy Schneider artık bir daha barışmamak üzere hayata küsüyor. Uzun bir süre eski bir dostunun şatosunda yaşıyor, sonra Laurent Petit ve Sarah’nın refakatinde, amaçsız oradan oraya taşınıyor. Acı veren anılar peşini bırakmıyor bir türlü. Uykusuz gecelerde oğlu David’e uzun mektuplar yazıyor.
Sinemadan. Ruhsal ve bedensel olarak kötü durumda olmasına rağmen, son filmi La Passante du Sans Souci’yi (1981) çeviriyor.
Romy Schneider’ın ölümü erken olmakla birlikte şok etkisi yaratan bir son olmadı. Uzun zamandır kederini ve acısını alkolle, sakinleştiricilerle bastırmaya çalıştığı, sağlığını, gücünü, en önemlisi yaşama sevincini yitirdiği biliniyordu. Kendisi de sonun yaklaştığını hissediyor olmalıydı ki, ölümünden bir süre önce bir gece vakti vasiyetini kaleme aldı. Sonra 1982 yılının 29 Mayıs günü Laurent Petit onu ölmüş olarak buldu evlerinde, masanın başında yığılmış bir şekilde. Doktorlar ölüm raporuna ‘ani kalp durması’ diye not düştüler ama uzun süre kimse inanmadı Sissi’nin kalp yetmezliğinden can verdiğine.
Sevgilisi Romy’nin çıplak olan cansız bedeniyle karşılaştığında, elinde Almanca olarak yazılmış bir not tutuyordu: “Çocukluğunu cebine koy ve kaç, çünkü yapabileceğin tek şey bu.” Romy Schneider, çok sevdiği Paris’in yakınlarındaki bir köy mezarlığına gömüldü. Alain Delon'a göre; “Aslında onun ölüm sebebi, kırık kalbidir. Romy’nin ölümü, oğlu David’in ölümüyle başladı.”
Romy Schneider intihar eden kocası ve kazayla hayatını kaybeden oğlunun arkasından şu dizeleri karalamıştı:
“Babayı gömdüm,
Oğulu gömdüm,
İkisinden de hiçbir zaman ayrılmadım,
Onlar da beni hiç bırakmadılar…”
Kaynak Aylak Karga