Klnk. Psk. Ege Ebrar ÖNÜR Yazdı,
GÜNDÜZ KUŞAĞI PROGRAMLARININ AHLAKİ NORMLARIMIZA ETKİLERİ
Yıllardır ekranlarda anneannelerimizin babaannelerimizin annelerimizin izlediği gündüz kuşağı
programlarına her birimiz şahit olmuş hatta zaman zaman gerek gündemin nabzını tutmak gerek ilgi
çekici bulduğumuz için bizler de bir noktada bu programları takip etmişizdir. Tüm ülkeyi etkisi
altına alan birtakım olaylar dahi yaşanmış, hakkında manşetler atılmış, haftalarca herkesçe
konuşulan konular haline dönüşen vakalarla karşı karşıya kalmışızdır. Peki ya bu duyduklarımız,
gördüklerimiz, takip etme istediği duyduğumuz olaylar ne kadar bizlerin gerçekliğini yansıtır?
Bazen duyup gördüklerimiz o kadar sarsıcıdır ki gerçekliğini dahi sorgular kurgu olduğunu öne
sürer daha sonrasında kanıtlı belgeli kısmen tescilli olduğunu düşündüğümüz için otomatik olarak
doğru kabul ederiz. Bunların bizlerin üzerindeki etkilerini hiç hesaba katmadan.
Son yıllarda olmak üzere basın özgürlüğü, kişilerin haberdar olma hakkı adı altında yapılan yayınlar
aslında her birimiz için son derece yıkıcı etkileri olan şeyleri de beraberinde getirir. Hatta öyle ki
bizler izleyip, takip etmesek dahi etrafımızda bu yayınları takip eden kişilerin söylemlerinden,
davranışsallıklarından etkileniriz. Gizli tutulması gereken, toplumsal gerçekliği yansıtmayan, ahlaki
normların dışına taşan olayları sürekli olarak gün yüzüne getirir, konuşur ve takibini yaparsak
aslında bizlerin de ekran karşısında izleyip, dinleyip yer yer kınadığımız yer yer kızdığımız o
kişilere dönüşmekten kendimizi alı koyamayacağımızı göremeyiz. Bunun asıl sebebi şudur.
Toplumun yozlaşmış, uygunsuz olan, değerlerine uymayan ve sadece belirli bir kısmını oluşturan
kişiler ve olaylar herkesçe farklı bulunduğundan ilgi çekicidir. Kişi daha çok neler olup bittiğini
bilmek ister, merak eder. Bunu bazen sırf kendinin ne kadar normal olduğunu görebilmek için dahi
yapar. Bu sayede gün sonunda “biz ne kadar da masum yaşıyoruz, etrafta neler var” diyebilmek çok
daha kolay olduğu için. Oysaki kaçımız hali hazırda evden kaçıyor, ensest ilişkiler yaşıyor, vahşice
adam öldürüyor, kendimizden yaşça büyük kişilerle cinsel birliktelikler yaşıyor, evliyken bir
başkasından gebe kalıyoruzdur ki? Kaçımız çocuklara cinsel anlamda ilgi duyuyoruzdur? Elbette ki
bunların varlığı toplum içerisinde yadsınamaz gerçekleri oluşturur lakin yüzdeye vurulduğunda ne
kadar olduğunu kim söyleyebilir? Gündüz kuşaklarının biz profesyoneller tarafından bu denli
eleştiri almasının temel sebebi de bu yüzdendir. Özellikle bu vakaların ilgi çeken ve çarpıcı
olduklarını bu sayede de reyting getirilerinin yüksek olduğunu bilip de sürekli özenli bir çalışma
içerisinde sırf bu vakaları arayıp, bulup, ekranlarda “basın özgürlüğü" adı altında servis etmeleri ve
sanki büyük bir işe imza atmışlar gibi bir de takdir görmeleridir. Oysaki şunu da unutmamak
gerekir, bu programların ardında zaten emniyet güçleri tarafından aydınlatılmış vakalar yer alır. Biz
izleyiciler ise bu vakaların sunucuların gayreti ve çabası sonucunda aydınlatıldığına inanmak
zorunda bırakılırız. Bu da aslında onurlu mesleklerin itibarsızlaştırılmasına “ne işe yarıyorlar ki”
algısı oluşmasına sebep olur. Sizce de bir televizyon sunucusunun dahi erişim sağlayabildiği olaylar
emniyet güçlerince takibe girmemiş, iç işleri bakanlığınca araştırılmamış, yargıya intikal etmemiş
olması mümkün müdür? Elbette ki bu yalnızca bir çeşit yanılsamanın ürünüdür. Sosyal baskı ne
yazık ki hala dahi bir çok şeyin üstünde olduğundan bizler bir taraftan sanki yargı sürecine de yön
verenin bizler olduğumuza da inanırız. Bir olgunun tespitinin, araştırılmasının ve yargıya intikal
ettikten sonraki sürecin belirli bir zaman aldığını unutarak. Sosyal medyaya, ekranlara düştüğü an
gereği neyse hemen anında yapılmalı gibi düşünür, beklediğimiz anda sonuç alamayınca da
sistemsel bir arıza olduğuna inanırız. Bu da devlete ve devletin sistemlerine inancımızı temelden
sarsar. Üstelik sürekli bu vakaların işlenmesi sanki etrafta da sürekli böyle olaylar
yaşantılanıyormuş gibi algılamamıza da sebep olur. Böyle bir düşünce aynı zamanda bizlerin süreç
içerisinde bu olaylara karşı duyarsızlaşmamıza daha basit haliyle tüm bunları artık normalize
etmemize sebep olup olağan kabul etmemizi sağlar. Gündüz kuşakları bu tarafıyla ele alındığında
sosyal çürümenin en büyük destekçileri değil de nedir? Senelerdir konuşulan herkesin dilinde olan
ancak içeriğine çok az kişinin hakim olduğu İllimunati kavramının aslında bu durum tam kendisidir.
İllimunati denilen kavram en basit haliyle karşı tarafa verilmek istenen mesajın doğrudan değil de
bir şeylerin altına gizlenmiş, sinsi, üstü örtülü bir şekilde karşı tarafça benimsetilme uğraşıdır. Bir
toplumun çöküşü, en hızlı şekilde o toplumun değerlerine yapılan saldırılar sonucu ortaya
çıkmaktadır. Buradaki hız aslında geri dönüşümü kolay olmayacak şekilde yıkılmasına sebep olma
noktasında belirleyicidir. İçeriden başlayan bir yıkımı beraberinde getireceğinden toparlanması son
derece zor ve hatta imkansızdır. Sosyal medyanın da etkisi elbette ki bu hususta yadsınamaz bir
gerçektir. Orada da gizliden gizliye bizlere verilmek istenen türlü mesajlar saklıdır. Örneğin
infuluencer olmanın getirilerinin eğitimin önüne geçmesi, güzel bir cilt fit bir vücuda sahip olmanın
yeme bozukluklarını beraberinde getirmesi, bilgisayar oyunlarının kişileri asosyalliğe itmesi gibi.
Kolay yoldan para kazanmanın mümkün olması, makbul olanın kaslı bir vücuda sahip olmak
olduğu, maddi olanaklara sahip olmanın eğitimin, kültürün önüne geçmesi ya da popülaritenin
kişinin kendisini rezil etmek pahasına dahi yaptıklarından daha kıymetli oluşunun kabulü gibidir.
Hangimiz bunların varlığının gerçekliğini inkar edebiliriz? Sosyal medya bir taraftan herkese, her
ırka, millete erişim kolaylığı da taşır. İnsanların değişmediğini, imkanların değiştiğini bu hususta
kabul etmek gerekir. İlk insan olarak kabul ettiğimiz Kabil de Habili kıskançlık yüzünden
öldürmüştür bugün de bir benzerini görmek mümkündür. Lut kavmi o dönemlerde de olan bir şeydir
bugün de lgbt olarak varlığını sürdürmektedir. Bu doğrultuda Amerikayı tekrardan keşfetmek vakit
kaybından başka bir şey değildir. Medeniyet teknolojinin en üst noktasına erişim sağlamak değil
nsan olabilme uğraşıdır. Bin yıl önce de kadına şiddet varken bugün de var olmaya devam ettiği
unutulmamalıdır. Teknolojik imkanlar sayesinde bugün köydeki Ayşe teyze Amerikadaki George’a
erişim sağlamaktadır. Onunla konuşur, online olacak şekilde görüşür, inanır, güvenir ve tüm
birikimlerini ona emanet edebilecek noktaya gelir ya da her şeyi geride bırakarak Amerikan
vatandaşlığı hayalleri kurabilecek noktaya gelir. Zaten herkes bunu yapıyorken kendisinin de böyle
bir hayalin peşinden koşmasında ne gibi bir sakınca olabilir? Diğer her şeyde olduğu gibi.
Karşılaştığımız, sürekli olarak maruz kaldığımız şeyler bizlerin bilinçdışına işlenen,
davranışsallığımızı, söylemlerimizi etkileyen durumlara dönüşür. Normalde bir başkasında olsa
kınayacağımız, kızacağımız, kabul etmeyeceğimiz şeylere bir süre sonrasında alkış tutar ve hatta
bizler de aynısını yapar hale dönüşürüz. En nihayetinde herkesin olumsuz olan, kabul görmeyen,
uygunsuz bulunan davranışları için bir nedeni muhakkak vardır. Lakin dikkat ederseniz bunların her
biri bir diğeriyle alakalıdır. Annesi yeterince ilgi göstermemiştir, babası koruyup kollamamıştır, eşi
bir günden bir güne kadınlığını yahut erkekliğini hissettirmemiştir gibi tonlarca bahane sıralanır. Bu
da bir noktada “hımm demek ki ilgisiz kalırsam, sevgiyi almazsam, kadınlığımı/erkekliğimi
hissedemezsem ben de böyle davranabilirim” noktasına çok hızlı bir şekilde erişmemizi sağlar.
Oysaki buradan çıkartılması gereken anlam çocuklarınızı sevin, koruyun, kollayın, eşinize sahip
olmayın, sahiplenin olmalıdır. Bunları anlatabilmek, gösterebilmek kişiyi yanlışa sürüklemekten
çok daha zordur. Gündüz kuşağı programlarında yer alan, konuk olan, oralarla ortak çalışmalar
gerçekleştiren psikologların asıl en başında buna dur demesi gerekirken en başında onların bu
duruma iştirak etmeleri zaten yine temelde aynı olan, farklı motivasyonlarla ortaya çıkan sosyal
çürümenin bir başka formudur.
Klnk. Psk. Ege Ebrar ÖNÜR