Ölüyü dirilten baba türbesi
 
 Askerliğimi yaparken altı ay kadar kısa bir süre vekil öğretmen olarak görev aldığım köyde Kâmil Çavuş isminde yaşlı bir amca vardı. Bütün köy ondan, "Hiç nefes almadan on beş dakika durabiliyor." diye söz ederdi. Bu sözü birkaç kişiden duyunca önce inanmadım. Sonra da zaten baktım sürekli bahsi geçiyor, "Tutuyorsa tutuyor. Kime ne faydası var?" diyerek kestirip attım.

O gün öğrencileri de evlerine gönderdikten sonra okulun bahçesinde ağaçları suluyordum ki biri geldi yanıma, "Öğretmen bey" dedi "Haberin yok galiba. Bizim köyden Kâmil Çavuş vardı ya! İşte o Kâmil Çavuş bugün ölmüş. Cemaat şu sıralar cenazeyi kaldırmak için köy meydanında toplanmış bekliyorlar."

İşimi gücümü bırakıp köy meydana doğru koşturmaya başladım. Hemen girişte muhtar karşıladı beni. Kulağıma, “Seni Allah’mı gönderdi?” dedi. Şaşırdım kaldım. Muhtara “Yok,” dedim “ben kendim geldim.”

Meğer o gün camii imamının işi çıktığı için kasabaya gitmiş. Cemaat bir süredir cenaze başında İmamı bekliyormuş. Muhtar kulağıma, “Vallah öğretmen bey," dedi, "cenaze kokacak diye korkuyoruz. Sen okumuş adamsın. Yol yordam bilirsin. Geç şu tabutun başına da cenaze namazını sen kıldır. Bu deyyusun geleceği yok.” 

O kadar dil döktüm, “Yav” dedim “ben alnı yere değmemiş bir adamım. Nerden bilirim cenaze namazını? Haydi aranızda saf duran biri olsam sağa sola bakar bir şeyler yaparım ama her biriniz bana bakıp bir şeyler yapacaksınız. Mümkünü yok beceremem.”
Ama dinleyen kim? Üstelik etraftan beni pohpohlayanlar da çoğalmaya başladı: 
“Sen okumuş adamsın.” 
“Sen bilirsin.” 
“Bu deyyusun geleceği yok.”
“Cenaze ortada mı kalacak?”

İtiş kalkış bir anda kendimi tabutun arkasında buldum. Bir taraftan da gözüm kasaba yolunda. Ne olur ne olmaz İmam çıkar gelir diye oyalanıp duruyorum. Beş dakika kadar tabutun başında bekledim. Baktım olmayacak bir işe yarayacakmış gibi tabutun sağına soluna bakındım. Oradan birini çağırıp “Cenazeden sonra tabutu bir güzel boyayın” dedim “Şurada bir yerde delik var maazallah su sızabilir.”

Sonra muhtarı yanıma çağırdım, “Rahmetliyi yıkadınız mı?” diye sordum. Muhtar “Yıkadık” dedi. Baktım bu muhabbetten fazla zaman kazanamayacağız uzatmaya karar verdim. Bu yüzden muhtara, “İyice yıkadınız mı?” diye sordum. Muhtar, “Ben kendim yıkadım." dedi, "İkide kese attım.” 

Muhtarla konuşuyoruz ama bir taraftan da gözüm kasaba yolunda. Her an bir minibüs çıkabilir de İmamı cenazeye yetiştirebilir diye. Ama kimseler yok. Muhtara, “Rahmetliyi kefenine iyice sardınız mı?” dedim. Muhtar “Sardık.” dedi. Gözünün içine baktım “İyice sarsaydınız.” dedim “Bezden kaçmayaydınız.”

Sonra edemedim tabutun kapağını açtım. Baktım rahmetliyi kefene iyice sarmışlar ama her iki kolu da olduğu gibi dışarda. Muhtara, "Ben tabutun içinde iki kolu kefenin dışında olan birinin cenaze namazını kılamam." dedim. Muhtar yalvaran gözlerle bana bakıp, “Kendisi öyle istedi” dedi “Rahmetli sıkıntıya gelemiyordu. Bu yüzden eli kolu dışarıda olsun istiyordu.”

Çaresiz tabutun kapağını örttüm. Muhtar yerine geçti. Beş dakika daha sağa sola baktıktan sonra tam “Ey cemaat” diye sonunun nereye varacağını bilmediğim bir konuşmaya başlayacaktım ki tabutun kapağı açıldı. Ben kendimi beş metre geriye attım. Cemaatten kaçanlar, bağıranlar, tekbir getirenler....

Kaçan kaçtı, kaçmayanlarda muhtar ve eski rahmetlinin akrabaları olmak üzere tabutun başına gelip adamı dışarı çıkartıp musalla taşına yatırdılar. Meğer adam ölmemiş. Hatta on beş dakika olan nefessiz yaşayabilme rekorunu kırk dakikaya çıkartmış! 

Durum anlaşılınca insanlar tekrar meydanda toplanmaya başladı. Kimi eski rahmetlinin başına toplandı kimi benim yanıma geldi. Yanıma gelenler bana dokundu. Kimi el sürdü kimi boynuma sarıldı. İçlerinden yaşlı biri gelip cemaate beni göstererek “Nede olsa okumuş adam” dedi “Baksana ölüyü bile diriltti.” 

  Yaklaşık altı ay kadar o köyde öğretmenlik yaptım. Bir lojmanda kalıyordum ve bu zaman içerisinde gelenim gidenim hiç eksik olmadı. Birçoğu bana “Ermiş” muamelesi yapmak istedi ama buna kesinlikle müsaade etmedim. Görev sürem bitip de Ankara’ya döndükten yıllar sonra o köye yeniden uğradım. Okul duruyordu ama öğrenci olmadığı için çoktan kapatılmıştı. Köylüler lojmanı misafirhane yapmışlar ama ne gelen vardı ne giden. Lojmanın önünde bir ağaç vardı. Onun da yanına küçük bir kulübe kondurup ağacı da dilek ağacı yapmışlar. Kimi evlenmek için dua edip çaput bağlıyor, kimi çocuğu olsun istiyor, kimi de ölen yakınlarının dirilmesini istiyordu. Acizane kulübenin ismini de bizim olaydan esinlenip koymuşlardı: Ölüyü dirilten baba türbesi..
(Alıntı)


Mehmet Ali Arslan - internete ilk alemde tek- imparator Gazetesi +kral gazetesi + Name Gazetesi ortak yayın